Gözlerimi kapadığımda rengarenk her yer, suyun altındayım yine.
13 kasım öğlen saatlerinde uzun bir uçuşla başladık.
İstanbul-Kualalumpur ve Kualalumpur-Tawau uçuşlarından sonra otobüsle Semporna'ya geçiş. Havadaki nem o kadar fark edilir düzeyde ki boğazına fil oturmuş gibi zor nefes alıyor insan. Gerçi sonra aynı havaya bir alıştım, pir alıştım. Ne terleme kaldı ne nefes alma zorluğu :)
Semporna maalesef pis, yoksa gidene kadar her yer yemyeşil, doğa fışkırıyor desem yalan olmaz. Ama palmiye yağı kokusu ve özellikle pazar yerindeki pislik bizi çok etkiledi. Neyse ki bir gecelik konaklama sonrası sabah erkenden Mabul adasına transfer olduk hem de süper hızlı bir tekneyle. İndiğimizde çağanoz pavuryası gibi sallanıyordum :)
Mabul nefis ne diyebilirim ki...
Akşam yemeğinde bahçede gezinen iri comodo canavarı benzeri kertenkeleden korkmadım dersem büyük yalan. Ama diğer günlerde sadece daha küçük boylarını gördük.
Küçük dedimse cep herkülü, biz adadayken kaç tane köpek yavrusunu mideye indirdi de üzdü bizi. Aşağıdaki resimlerden birinde Sıpadan'daki bir arkadaş var, tavuk kemiklerini indirmiş mideye olmuş davul gibi.
Her gün üç/dört tekne dalışı yaptık. Yaz başından beri 20 dalış yapmıştım, bu 6 gün içinde gece dalışı da dahil 19 dalış yaptım. Hepsi de birbirinden harikaydı.
Neler görmedim ki.
Köpekbalıkları, hele bir leopar köpekbalığı ki peşinden az palet vurmadım.
Devasa kaplumbağalar, bir tanesinin yemek yiyişine de şahit oldum hatta. Dört bir yanımızda görülecek o kadar çok şey vardı ki, instructor bizi uyarmaya yetişemedi.
Bu kadar toz pembe değil tabi, ciddi akıntı vardı özellikle Sıpadan'daki son dalışımızda. Akşam bacaklarım tutuldu ağrıdan. Apo'nun çok kulaklarını çınlattım, iyi ki velocity paletleri aldırmış bana.
Yemeklerle aram çok hoş değildi maalesef. Sabah kahvaltıda noodle ve tavuk pek bana göre değil. Yanımızda kalıp kalıp peynir, nutella, tahin helvası,zeytin hatta bir kaç şişe rakı bile götürdük. Ekip çok hazırlıklıydı çok. Sucuk bile götürmüştük desem :)
Dönüşte hepimizin yüzü düşmüş vaziyette yine speedboat ile aynı güzergahtan döndük. Bu sefer Semporna'da konaklamadan, sadece Kualalumpur'da havaalanında 4 saatlik bekleme yaparak döndük İstanbul'a.
Pazartesi sabahı kapkalın bir sise indik. Pek zor oldu Anadolu yakasına geçiş. Akşama kadar dayandım yere düşmeden hem de çalışarak :)
Gece tabi yattığım yeri bilemedim söylememe gerek yok.
Gelişimin üzerinden o kadar gün geçti ama sanki sadece fiziksel olarak buradayım. Daha dün akıl edebildim eve ekmek almaya. Hafta sonundan önce de yemek pişirme faaliyetine bile geçemem.
O kadar araftayım.
Kalbim sende kaldı Sıpadan!
Görüntüler sırayla;
Masmavi gökyüzü, pırıl pırıl deniz. Hız motoruyla yolculuk, yemyeşil, masmavi.:)
Odalarımızdaki küçük kertenkeleler değil bahsettiğim, bahçedekiler hakiki canavar :)
Maalesef resortlar arasındaki köyün durumu iç açıcı değil. Kesif bir yoksulluk hakim. Yoksulluktan çok pislik ve o pisliğin içinde akıl almaz sayıda çocuk. Her aileye en az 10 çocuk düşüyor olmalı abartısız. Yine de gözlerinden mutsuzluk akmıyor. Ne de olsa bu adada lüks otomobillere ihtiyaçları yok, 5 m2 evlerine koyacak dev ekran televizyonlara da...
Hemen dip not. Mabul'de ilk akşam yemeğinde gördüğümüz minnak canavar buna rahmet okuturdu. Maşallah boncuğu eksikti bir tek yakasında.
Buraya kadar dayanıp da devam edenlere şimdi su altı resimleri. Bunları tabii ki ben çekmedim. Bu nefis görüntüler aynı takımdan Yasemin ve Emre'ye ait. İnternet alıntısı değil, yüzde yüz alınteri resimleri bunlar.

Demem o ki pek fazla taciz etmemek lazım bu arkadaşları, sonra bizim de kolumuzun bacağımızın tadına bakmaya kalkarlar mazallah.

Bu ıhlaya tıslaya gelen de benim. Akıntı hem zorlayıcı hem de zevkli. Mutlaka buradan çok çok kuvvetli akıntısı olan dalış noktaları var. Ama ben ilk kez bu kadar akıntılı dalışlar yaptım. Üstelik son Sıpadan gününün 4. dalışı beni benden aldı. Tıknefes oldum palet vururken. Bir taraftan da gözlerim fıldır fıldır, aman bir şey kaçırmayayım diye.
Sağlık ver Tanrım bana, daha göremediklerim var, onları da gidip görmek için :)

Bu benim gördüğüm en büyük deniz tavşanı. Ama Yasemin de ne yakalamış hakkını teslim etmek gerek. Renklerin güzelliğine baksanıza.
Mabul ve Kapalai makro cenneti. Yüzlerce anemon ve nemo ailesi fotoğrafı var.
Eldivenimin üzerinden parmağımın tadına bakmak için kocaman bir ısırık atan da bu arkadaş olabilir. Şaka değil, iyi ısırıyor keratalar :)
Bu da aile saadeti.
Bu minik de instructor Nexon'un ellerinde poz vermiş. Nexon ince ve zarif bir adam. İşini seviyor üstelik saygı da duyuyor. Olabildiğince dikkatli zarar verilmemesi konusunda. Zemine çok yaklaştığımızda uyardı hep bizi, farkında olmadan paletlerimizle biçmeyelim diye güzelim resifi. Hep iyi dalış liderleri gördüm ben. Burada da Apo var, hem eğitimi iyi hem de verdiği güven. Tahtaya vuralım aman :)
Bu narin de Kapalai'deki dalış noktasında. Anemon ve nemo cenneti Kapalai. Ama güvenlik beklemesine çıkmak üzereyken son noktadaydılar. Elimde basınç göstergesi, tüpümde kalan havada gözüm. Aklım onlarda kalarak yükseldim 5 metre beklemesi için.
Bu yakışıklı leopar köpekbalığı. En güzel resmi Emre çekmiş ellerine sağlık. Az palet vurmadım arkasından. Kendime adıma itiraf etmeliyim ki çok heyecanlandım. Bundan başka onlarca köpek balığı gördük ama gözüm leopar köpekbalığında kaldı.Bakalım pruvamızda başka nereleri var.
Zaman gösterecek...





















