19 Şubat 2011 Cumartesi

yeni bebek kediler



chris yine doğurdu :)
nasıl bir seçim kriteri varsa artık bilemiyorum, bebekleri hep çok güzel oluyor. dışarıda doğurup tek tek kuzenimin odasının penceresine taşımış. patisiyle pıtpıtlayıp sesini duyurmuş.
tabi senaryo yine aynı. dışarısı gece ayaz, bebekler daha 10 günlük bile değiller, gözleri yeni açıldı daha. o yüzden evdeler :)
3 tanesi zindan gibi, hatta birinin yüzü çovçov gibi topalak.
bu arada cemre ve her gün daha da içimi açan hava iyi gelmiş olacak ki, evi otel mevkiinden çıkardım bugün.
bugün temizlik vardı, temizlik kokusunun üstüne nevresim değişimi, o da yetmedi ekmek yapımı. artık tam ölçülü tarifler değil de 3/4 bardak un diyen tarifleri gözümü karartıp deniyorum.
Aysun'un sütünden de bol bulamaç kullandım. tarifte su diyor ama ne gam, ben sadece süt kullandım :)
şöyle ki;
1 paket instanta maya
1 tatlı kaşığı toz şeker
1,5 su bardağı ılık süt
2 tatlı kaşığı silme tuz
3/4 bardak un ( 1 bardağı çavdar unu )

yoğurup 40 dakika beklettikten sonra ikinci yoğurma, un serpilmiş tepsiye ikiye ayırıp somun şekli vererk yerleştirme. biraz ısıtılmış fırında bekletme ( üzerine biraz su serperek )
fırının içinde 20 dakika kabardıktan sonra verevine çizgiler ve biraz süt sürüp üzerine un serpme. 220 derecede 30 dakika.
kokular dayanılmazdı, ben evimi özlemişim :)
daha doğrusu evimde keyifli zaman geçirmeyi.
malum bu aralar hayat pek ekşın.

gerçi bu kadar temizliğin üzerine kalorifer hava yapmış, havasını alayım derken baştan aşağı simsiyah kalorifer suyu oldum amaaan ne gam yahu.
çocukluğumu hatırlattı bana tam tersine güldüm halime. lojmandaki evimizin kalorifer petekleri de demirdökümdü, habire havasını alır arada da böyle baştan aşağı sıçan gibi olurdum :)

karnım tok,sırtım pek uzun lafın kısası.
bu havada dışarıda olanlara sıcak bir çatı altı diliyorum.

1 Şubat 2011 Salı

teknoloji özürlü ben , özürlü teknoloji

öyle böyle özür değil yahu :)

resmini arayıp da bulayım dedim, modelini bile bilemiyorum. seneler boyunca aynı telefonu kullanırım ben, bana göre sadece evet/hayır komutları ve telefon etmek için rakamlar yeterlidir.

ha bir de mecburen sms göndermeyi öğrendim, sütçüm her hafta bana çiftlikte neler olup bittiğini haber veriyor, benim de ağzım kulaklarımda ya da vah vah ederek süt ısmarlamam gerekiyor cevap vererek.

7/24 bağlantıda kalmak işin bir parçası, denizcilik sektörü çalışanları az buçuk kabullenmiştir sanırım, malum gemiler yılbaşında da çalışıyor, bayramda seyranda da...

gelelim benim özürlülüğüme.

bu yeni telefonların - polyanna mantığıyla tabi - "radyosu da aman pek güzelmiş " diyerek içimi soğutuyorum.

pazar günü hatta sabah sabah radyosu eşliğinde hazırladım kahvaltıyı falan. ama ne olduysa pazartesi sabahı oldu. günlük erzağı yükledim, yemek/salata/peynir ıvır,zıvır kapıdan zor attım kendimi dışarıya.

kulaklığı taktım, radyo dinleyerek yürüyeceğim.
- tısss

bozdun,üstelik sadece 24 saat sürdü Nalan! diye kendi kendime kuru kafaları sıralıyorum :(

ne halt ettiğimi anlayıp da düzeltmek kısmı 30 saat sürdü :)

sistem sesini titreşim olarak değiştirmişim, nasıl becerdim o kısım halen muamma.
telefon çalınca çantanın içinde balık gibi kıpır kıpır, o aşk çocuğu modundaki zil sesi de yok. e tabi radyo da çalıyor ama cinlere perilere...

düzelttim, şimdi kulağımda sesiyle yazıyorum. ofiste uzun saatlere eşlik edecek :)

gelelim teknolojinin özürlü olduğu kısma.

bu cihazlar skype sistemini çalıştırdığı iddiası ile alındılar.

ben de yükleyeyim dedim, dün akşam epey cebelleştim. nasa'da profesör olsam bir füze fırlatılırdı o kadar çabaya, neyse en son cihaz üzerinde görünen mesaj aşağı yukarı şu:

" bu telefon skype için uygun değildir, çalışmalarımız sürmektedir. " falan felan

:)

özlemaki'nin dediği gibi taktım kulaklığı, asıldım küreklere, kara göründü ileride. bir tropikal ada, hatta palmiyeler.
ben bu düşüncelerle sırıtırken farkediyorum aslında ofisteyim :)

geçer elbet bu zamanlar da geçer...