24 Haziran 2009 Çarşamba

yoyo


yahu bundan daha güzel bir şey olabilir mi ?
bu fotoğrafta henüz 7 günlük ( doğum tarihi 30 mayıs )
süt kokuyor süt :)

23 Haziran 2009 Salı

süüüüttttçüüüü





Pazar günü Aysun'un çiftliğine pikniğe davetliydik.
Bakırköy'den 86 km !
İstanbul pazar günü cayır cayır yanarken biz meşe ormanı altında püfür püfür sohbet ettik. Gelip eşyalarımızı yerleştirip soluklandıktan sonra Aysun bizi çiftlikte bilgilendirici bir tura çıkardı.
İneklerin olduğu bölüme geçmeden önce sıvı dezenfektan ile ayakkabılarımızın tabanları dezenfekte oldu.
Yem bölümlerini, nasıl hazırlandıklarını, ekipmanları tek tek gördük. Hemen büyüklerin önündeki bölümde beyaz evlerinin içinde buzağılar. Aramızdaki küçüklerin çığlıklarını duymalıydınız. Hepsi birbirinden güzel bebekler ( bebek dediysem en tosunu 1 haftalık ama 57 kg, Allah nazarlardan saklasın )
Erişkinlerin, gebelerin dinlendiği bölümden sonra sağım kısmı. İşlemler, protokoller kıyamet gibi. Biz hazır şişede görüyoruz, ama hazırlık aşamaları zahmetli, hata kabul etmeyecek cinsten. Sistem hangi ineğin ne kadar süt verdiği ve en önemlisi sütünde hastalık tespitine olanak sağlıyor.
Sonra doğru soğutma tankına. +4 derece santigrata soğuyup şişeleniyor. Bu soğutma sayesinde bakteriler cirit atmadan bize ulaşıyor.
Kapağın ağzını ilk biz açacak şekilde sabah İstanbul trafiğinde evimize, kapımıza kadar geliyor.
Ben her Çarşamba sütümü alıp yoğurdumu mayalıyorum. Kuzenim bana geldiğinde hemen dolaba koşuyor. Sütün üzerinde biriken 2 parmak kaymağı ayırıp ekmeğin üzerine sürüp afiyetle mideye indiriyor.
Siz siz olun evin kapıısına kadar gelen sağlıklı süt fırsatını kaçırmayın.
aysunthesutcu@gundonumu.biz.tr email adresinden siz de süt isteyebilirsiniz.
Benden söylemesi...
Tosuncuklardan birinin, büyük mööö lerin, sağım ekipmanlarının tanıtım anı ve bizim fotoğrafımızı ekliyorum.

19 Haziran 2009 Cuma

Geceyarısı pembe mesaisi

Günaydın,
Dün koştura koştura Kamuran Hanım'ın bizim için hazırladığı pembe fidelerini almaya gittik. Eşi ve kendisinin misafirperverliği için çok çok teşekkürler. Bizi davet edip balkonda limonata ve baklava eşliğinde enfes sohbetlerini de paylaştılar. 5 sağlıklı pembe fidesi yanında yeni dünya fidemizi de alıp ayrıldık. Eve gece döndüğümüzde eldivenleri geçirdik, can suyumuzu aldık.
Ay ışığında pembe fidelerimizi,yeni dünya fidesini ve Bandırma'dan devşirme üstünde çilekleri ile getirdiğim çileklerimizi bahçedeki yerlerine yerleştirdik. Bolca can suyu verip, gecenin bir yarısı define arayanlara benzetip kendimizi kıkır kıkır gülerek eve girdik.
Resimleri sonra yine burada !
Selamlar
Nalan

16 Haziran 2009 Salı

Bandırma'da tek dağ pembesi



Bandırma ile devam.

Köydeki bahçe ve anneannemin evindeki bahçesine bütün fideleri kaptırınca bizim evin bahçesine sadece bir pembe kaldı.

Gerçi iyi de olmuş, bu yıl tüm komşular domates,salatalık yetiştirme yarışına girmiş. Hiç üşenmeden evden şişelerde su taşıyıp sulama yapıyorlar. Diğer domateslerden etkilenecekleri için bu pembeden tohum almayacağız. Anneannemin bahçesinden ve köydeki bahçeden alabiliriz nasıl olsa. Gerçi köydeki fidelerden de korkmuyor değilim. Enginar bitmiş, devamlı bahçe elemanı köstebek efendi pembeleri mideye indirir mi acaba ?

Alttaki resim de henüz kooperatife verilip de yerine sevimsiz bir apartman dikilmemiş olan odun deposunun görünümü. Sizi temin ederim fotoğraf güzelliğini yeterince yansıtamıyor. Odun deposundaki bahçeye o kadar güzel bakıyorlar ki. Bir de kuyuları var, su da oradan... Ama en önemlisi gerçekten çalışıyorlar. Sürekli ilgilenip çapalamasını mekanik mücadelesini birakmıyorlar.

Bandırma gübre ve toprak temini açısından kesinlikle büyük şehirlere kıyasla şanslı. İstanbul'a her dönüşümüzde güzelim tarlaları bol bol seyredip hafızama depolamaya çalışıyorum.

Yakın zamanda gidip gelişmeleri bildirmeyi planlıyorum.

Düşünsenize köyde tüm tabiat bolca ürün vermiş. Dalından patlıcanı biberi seçip, maşıngada yanan ateşin üstünde canlı yayın gibi kızartma. Üzerine bahçeden toplanmış sarımsakla tatlanmış ev yoğurdu... Hele bir de karşı evdeki kulakları az işiten ama hepimizden gür sesiyle bizi karşılayan teyze ev ekmeği yaptıysa !!! Of vallahi kokusu geldi burnuma.

Kesinlikle seviniyorum ben bu pembe domates ağı'na düştüğüme :)

Sevgiler
Nalan

Çakılköy






Uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba,

Tatile gidip de geri geleli,hengamenin içine dalalı çok oldu aslında. Tam da bahar sonu daha yağmurlar yeni bitmişken cennet misali bir köyde aldık soluğu.

Öğlen sıcağı gelmeden, pembeleri toprağa geçirip can sularını vermek gerek. Üstümden bir kamyon yük kalktı dersem yalan olmaz. İstanbul'dan her sene fidelerin geleneksel nakliyesi sorunsuz noktalanmış oldu. Beyrut dağ pembeleri orman kıyısındaki bu köyde salınacaklar artık.
Fidelerin toprakla buluşma tarihi 30 Mayıs.

Önce güzel bir kahvaltı. Hem de bahçeden taze soğan ve sarımsak eşliğinde. Kahvaltıya tat veren ıhlamur geçen seneden aynı bahçenin mahsülü. Rahiyası ile ıhlamura karışan biberiye de tabii yine bahçeden :) Üstelik bu zaman henüz fidelerin daha gelişme aşaması olduğundan çok çok bereketli değil. ( Çapalayıp sırığa bağladığımız fasulyeler bu resimlerden 15 gün sonra toplanacak kadar olmuşlar bile ! )

Arkasından kiraz ağaçlarına hücuuum. Gerçi akraba geniş, klasik kiraz yeme gezileri sonucu ağaçlar epey hafiflemiş ama bir kaç dal gezdikten sonra şeker tavan yapıyor sonuç garanti !

Bundan sonra çalışmak lazım. Çalışmayana ekmek yok :) Bahçe 3 dönüm, ev dahil tüm alan bu kadar ama bütün grubu telef edecek kadar büyük emin olun. Zehirli ilaçlar kullanılmadığı için otların temizliği bile insan gücüyle yapılıyor. Ebe gümecinin ne kadar derine kök saldığına hem şaştım hem kızdım. Otlar temizlendikçe altlarından semizotu ordusu görünmeye başladı.

Çapalamaktan ve ot yolmaktan yorulup başına güneş geçme tehlikesi atlatanlar kiraz ağaçlarını altında soluklanıyor. Bu arada toplamaya devam. Bir tane sepete, bir tane mideye. Ağaçların her birinin meyvesi birbirinden farklı tatta sanki. Hele pembe kiraz, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Zira bu pembelerde var bir lezzette tavan durumu.

Akşam yorgun argın eve dönüş. Yattığım yeri bilemedim. Bir deliksiz uyku uyudum ki... Sağlık diliyorum tüm sevdiklerime ve elbette kendime de :) Onlarla uzun mutlu günlerim olsun.

Sevgiler
Nalan

12 Haziran 2009 Cuma

Pembe Domates Ağı

Sevgili PDA,

*Çok Gözükmeyen Eski Üyeler Meselesi*

Sayın Elmacıoğlu, PDA'nın bugünlere gelmesinde kendisi farkında olsa da
olmasa da en büyük pay sahiplerinden biridir... Esprili üslubuyla yaptığı
katkılar, bizim blog'un 2006 arşivlerinde ve PDA rehberlerinde belgelenmiş
olup, bugün yazdıkları da gene son derece değerli bilgiler...

Gökhan Bey,

Uzunca bir süreden sonra tekrar sesinizi duymaktan çok mutlu olduk. Biz de
sizinle tanışmayı çok istiyoruz... Verdiğiniz bilgiler için tekrar
teşekkürler. Yalnız, bu kadar steril ortam yaratırsak bu nazenin mahlukun
doğasındaki bağışıklık artar mı azalır mı? Gerçi bunlar "apartman çocuğu",
bunu kabul etmek durumundayız, ama yine de sokakta, kırda bayırda oynayan ve
daha az hastalanan kanlı canlı çocukları düşününce akla bu soru gelmiyor
değil...

*Doğru Toprak Meselesi*

Hani ilkelerimizden en önemlisi kaynağını bildiğimiz doğal ve evladiyelik
pembe domates tohumlarının bu özelliklerini yitirmeden sürmesini sağlamak
ya, o yüzden soruyorum. Gerçi diyelim ki Hafize Baliç'in bahçesindeki toprak
ile bizlerin oradan buradan aldığı abuk sabuk torflar, topraklar zaten aynı
değil, bu durum zaten yeterince olumsuz bir durum... (*Balkonlardaki şehir
havasını, tozu, egzosu saymıyorum! Bir de onlar var tabii. Dolayısıyla
örneğin bizim balkon çekirdeklerinin gen haritasına bunlar da kaydedilmiş
olmalı!)*
İlk yılllarda biz bu kaygımızı english gardens'dan aldığımız ve kalitesine
çok güvendiğimiz sterilize edilmiş, mineral takviyeli toprak ile aşmıştık.
(Nitekim arada bir değişik toprak kullandığımızda hemen hayvanat bahçesine
dönmüştü ortalık.) Onlar artık kapatıp İstanbul'dan başka yere gitmişler. Bu
yaz son sattıkları toprak ise eskisi gibi değildi üstelik bol solucanlı idi
ve bir bahçıvan "toprağı havalandırır domateslerinizin köklerine zarar
vermez, merak etmeyin" dedi... Gürbüzleri elle azad edip, kalanlara
dokunmadan kullandık biz de...

Her halükarda İstanbul'da bundan böyle kalitesine güvendiğimiz satılık paket
toprağı nasıl bulacağız? Bazı ithal topraklar var ki onlar da organik sebze
toprağı değil üstelik de hayli pahalı... Mecburen torf ile karıştırıp
bunları kullanıyoruz. PDA'nın başlatıcılarından Münevver Eminoğlu ormandan
alınmış temiz funda toprağı tavsiye ederdi. Bu yıl kimi üyelerimiz bu yolu
seçtiler. Cem Birder kardeşimiz de örgütlediği Toprak Ana ağına dahil
organik tarım yapan çiftçilerden temiz toprak satın alınabileceğini
belirtti.

*Aynı Soru ve Bağışıklık Meselesi*

Yazdıkça kendi sorumun cevabını da verir gibi oluyorum galiba, "madem durum
böyle o zaman düdüklü tencere+sterilizasyon yönteminden başka çare kalmıyor
geriye işte" dediğinizi duyar gibiyim. Öyle mi?
Peki gene de sormak istiyorum; "doğal bağışıklık" konusu nasıl olacak? Uçan
kuştan nem kapmaz mı o zaman bunlar?

*Diğer Yerel Tohumlar Meselesi*

Bu arada sizin son cümlenize cevaben: Çocukluğumuzun karpuzunu bulursak,
çekirdekleri hemen saklarız, merak etmeyin! İş bulabilmekte... "Yerel tohum
bulma iletişim projesi" başlatma zaman zaman sizin gibi diğer üyelerimizden
de gelen bir talep aslında. Ama sadece şu "doğal pembe domates
çekirdekleri"ni korumak için çektiklerimizi bir bilseniz! Bu iş için gönüllü
insan, zaman, yer, fon gerek. Bir de "dürüstlük" ve "sorumluluk" meselesi
var. Tanıdıklarla yola çıkarken sorun yok, kim kimdir biliyorsunuz. Katılım
artarken tanımadıklarınızla aynı çatı altındasınız ve sadece güvene dayalı
ilişkiler içindesiniz. Bu da bir yandan yeni dostluklar kazandırırken bazen
de tedirginlik yaratabiliyor... Bu yüzden bu isteğinizin karşılanması
bağlamında şu anda ancak PDA üyelerinin kendi içlerinde yazışıp başka yerel
tohumları da paylaşmalarını teşvik edebiliriz. Mesela bu mesajı okuyan bir
sevgili üyemizin elinde varsa çocukluğumuzun karpuzlarının simsiyah
çekirdeklerinden, size yazıp yollayabilir. Bende organik kırmızı biber
tohumu vardı örneğin, Bodrum'da buluştuğumuz PDA üyelerine sonradan
yollamıştım.

Geçen yıl bir grup meyva çekirdekleri toplamaya başlamıştı. Buğday grubunun
da bir "yerel tohum ağı" projesi vardı, biz de bilgi paylaşımı bağlamında
bir ucundan içinde sayılırdık. Onlar bir yerel tohum envanteri çıkarmak
amacıyla bu işi başlatmışlardı. Ne var ki gerekçesini bilmediğimiz bir
gelişme ile bir başka derneğe geçirildi o proje.

*Çalınan Tohumlar ve Bilgiler Meselesi

*Türkiye'nin endemik bitkileri, sebze ve meyvalarının tohumlarının yıllardır
"götürüldüğünü" hepimiz biliyoruz. Bizim gençliğimizde, -Türkiye'nin
amerikalılaşma hevesine kapıldığı yıllardı-, "barış gönüllüsü" etiketiyle
Anadolu'da dolaşanlar genç Amerikalılar vardı. Görünen işlevleri fakir
köylüye bilgi verme, yardım etme, Türkiye'nin "kalkınmasına" yardım etmekti.
Kimilerinin "görünmeyen" işlevlerinin ise buradan bilgi ve materyel taşıma
olduğu sonradan ortaya çıkmıştı. Hatta yıllar sonra bu PDA ilk kurulduğunda
"nerelerde Türk pembesi var acaba" diye araştırırken (Bkz:
http://pembedomates.blogspot.com/2006/06/oregonda-trk-pembeleri-yeni-...nda
da Gökhan Bey'den o tarihte gelmiş bir mektup var hatta bu
içeriğin- ) Oregon'da bahçıvan Melvin'in Türkiyede barış gönüllüsü ("Peace
Corps") olarak çalışan ve bu görevi yaparken tohum toplayan dostlarından
"Türk pembe domatesi" tohumu aldığının belgesini bulmuştuk...

Kimseyi töhmet altında bırakmak istemeyiz ama bu barış gönüllülerinin çağdaş
versiyonları bugün de aramızdalar. Hatta bu işi açık açık ve örgütlü olarak
yapıp, tohum ve bilgi toplamaktalar. Kimi devletler (Norveç'teki Svalbald
tohum deposu <http://pembedomates.blogspot.com/2008_02_01_archive.html>örneği)
gibi. Kimileri de yaklaşan evlere şenlik Biyogüvenlik Yasa
Tasarısıyla bu ülkede nasıl halledileceği büyük sorun olan; "genetik bilimi"
ile "insani amaçlar" arasındaki o kaypak çizginin olumsuz tarafına geçip,
türlü çıkarlar sağlamak için aklınızın almayacağı yalanlar
söyleyebiliyorlar. Ne için? "Acaba şu masum doğal tohumun genetik
özellikleri neymiş? Bakalım bir mikroskop altında!" Sonra bu tohumun meyvası
da hemen endüstrileşsin! Gelsin paralar, gelsin unvanlar...

*Endüstriyel Pembe Domatesler Meselesi*

Geçen gün yolumuz İstinye Kanyon'a düştü, harika bir manav var orada. Dekor,
çeşit, renk... Süper! Tezgahta Antalya'dan geldiğini söyledikleri pembe
domatesler vardı. Lezzeti, rengi ve kokusu bizim ilkellerle asla aynı
değilse de "eh işte idare eder"! Diğerlerinin üç misli fiyata satıyorlar.
Fabrikadan çıkmış gibi hepsi aynı boy, aynı renk, yüzey düpdüzgün. Hepsinin
daldan koptuğu noktada nedense bir küçük sarı leke var. Ne iş şimdi bu?
Halkımız pembe domates yemesin mi? Yesin tabii, ama bu özgün olan değil ki.
Başka birşey. *
*
*Güven Meselesi*

Dolayısıyla "yerel tohum dostu gözüken", "Türk çiftçisine yardım eli
uzatan", doğalcı, organikçi, vesaire görünen herkesin gerçekten öyle olup
olmadığını bilmek zor. Bu yüzden tohumlarımızı kime "emanet" ettiğimizi
bilmek istiyor, bu yüzden bu gruba üye olunurken "açık kimlik" istiyoruz.
Dürüstlüğe güven konusunda da tek enstrümanımız var, "PDA Manifestosuna
uygun davranılacağına söz verilmesi"! Bu sözü veren kişinin doğruyu
söylediğine biz güveniyoruz. Aykırı bir durumda ya hiç üye almıyor ya da
saptandığında üyeliğe hemen son veriyoruz.

Bu yüzden bazı çevrelerde son derece antipatik bulunduğumuz, hatta hakarete
bile uğradığımız da bir gerçek. Bodrum'da yaşayan bir avukat meslekdaş, pek
tanınan, pek "mutena" bir ağda rastladığı PDA hakkında suç içeren içerikleri
yollayıp, haklarında dava açmamızı önerdiğinde gözlerimize inanamadık. Bizi
"yobaz bir hristiyan tarikatı"na (niye "hristiyan" ise artık, sanki diğer
dinlerde yobaz tarikat hiç yokmuş gibi!) benzetip, "PDA küskünleri"ni kendi
çatıları altında başka bir isimle örgütlenmeye davet etmişler. Böylece
tohumlara bildikleri gibi davranıp, "özgürce" dağıtacak ya da satacaklarmış.

*İlkeli Olabilmek Meselesi*

Böylesi bir muhalefete maruz kalmamıza yol açan nedenler ise şunlar: PDA içi
paylaşımda "para ile satış"a karşı olmamız, üye olmayana tohum vermememiz ve
verdirmememiz, bir de zararlılarla mücadelede "ilaç" düşmanı olmamız. Bu
hangi mahkemeye anlatılır allahaşkına? Anlasa anlasa "hiçbir iyiliğin
cezasız kalmaması" bağlamında Murphy anlar bunu herhalde.

Bu konuda yobazız, hatta çok yobazız, evet. Çünkü bu doğallığı sürdürmek
için 15 dostumuzla yola çıkmıştık, şimdi ise 1500 dostumuz var. Onlarla bu
ilkeleri ve tohumlarımızı koruyarak gidebildiğimiz kadar gideceğiz...

Böylece varlık nedenimizi bir kere daha paylaşmış olduk...

*Hepinize sevgi ve saygıyla.*

A.T.

*Not: Gökhan Bey, nasıl bir "bin ah"a yol açtınız, gördünüz mü? Hanidir
yazacaktım bunları, kısmet bugüne ve sizin "bir dokunma"nızaymış demek...
Bugün Sevgili Hikmet Soydam'ın "ortak tarla alalım" mesajı da çok ilginç.
Yoksa hepimiz bir olup, bir ortak "PDA adası" alıp artık orada mı yaşasak?*
*Bu konuyu düşünelim arkadaşlar!*

9 Haziran 2009 Salı

msg - namı diğer mono sodyom glutamat

MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor.

Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.

Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor.

O yüzden gıdaüreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

MSG ZARARLI MI ?

Buna okuduktan sonra siz karar verin.
Bu madde Nörotoksin.

Sinir hücrelerine zarar veriyor.
Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak

ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları,

SARA(Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı)

Yağbirikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite.

Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet.

Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar..

Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlaramaruz kalıyor.
Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği CİPS'lerde çok kullanılmakta.

Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti.
Küresel ticaret devleri insaf, merhametgibi duygularla asla çalışmaz.

Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir.

Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkçarastlarsınız.

Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta.

Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz.

Mesela Cips. Semtpazarlarında 3 kg . patatesi 1TL'ye alabilirsiniz.

Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır.

Yani 1 kg . Cipsi, 20 ytl.den tükettiğimizinfarkında bile değiliz.

Olumsuz etkileri de cabası.

Bu mamulleri üretenler !....

Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler.

Onların gıdaları organik ve doğaldır.
Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi,burada itina ile yetiştirilen ürünleri
semt pazarlarında göreniniz var mı?

Veya ucuza satılanını bileniniz var mı?

Ben henüz rastlamadım.
Gelelim genel sağlık boyutuna;Son 25 yıla dikkatle göz
atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına
bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta
şeker hastalığı iletanışan çocuklar, obez çocuklar,
asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğçağına girenler,
çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının
ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.Ve
sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar.
Hastalıklarıüretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler.
Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli
meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar
bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi.
Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?
Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.

Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanındayetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler.
Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynaklarıazalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist
devletlerin acımasızlığının arttığı bir
dünyada, Dengelerin ve haritaların değiştirilmek
istendiği bir dünyadayaşadığımızı asla
unutmamalıyız. Dünyanın en güzel coğrafyasında
yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.
Gelin bu güzelim gezegenimize ve yaşamımıza hep beraber sahip çıkalım.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN !..... LÜTFEN ... MÜMKÜN