30 Temmuz 2010 Cuma

akyalar bekler


Bodrum'un en güzel dalış noktalarından Büyük Resif ve Küçük Resif'de orfoz, barakuda ve akyalarla yüzmeye, Dakota ve Pınar1 batıklarını keşfetmeye ne dersiniz?

demişler.

ben de çağrıya uyup gidiyorum :)



29 Temmuz 2010 Perşembe

gerçek sütten gerçek dondurma


uzunca süredir benim dolabıma hazır dondurma girmiyor.
küçüklüğümde yediğim gerçek dondurmanın tadını alamadığım gibi zaten bu hazır zerzevatın da sütten yapılmadığını biliyorum.
itiraz edecek olanlara sorum basit. 1 lt dondurma nasıl o paraya üretilir,dağıtılır,satılır üstüne bir de akıl almaz kar edilir?
Aysun'un çiftliğinde dondurma makinasında yapılışını gördüm, gerçek olmaları mümkün değil o hazır şeylerin.
Neyse ki gerçek süt ile gerçek dondurma üretenler var. Aysun verdi müjdesini.
Burada da haberi.

En iyiler listesinin en yenisi Dondurmacci, Caddebostan’da geçen ay açılmasına rağmen hemen sevildi. 30-40 çeşit dondurma üretiliyor. 16 kişilik bir salon olarak da hizmet veriyor. Klasikler arasında çikolatalı, portakallı konyak ve sütlü dondurma çeşitleri sayılabilir. Daha maceracı ruhlarsa güllü, mesir macunlu ve limon-ginger ve armutluyu deneyebilir. Sabah 11.00’den gece 01.00’e kadar uğramak mümkün. Topu 3, kilosu 25 lira. (216) 467 34 80 İSTANBUL
Bu akşam ben kalite kontroldeyim :)

not : 29 temmuz akşamı kalite kontrol yapıldı: Ev yapımı dondurma. Çikolata portakal kanyaklı ve sakızlı dondurma yedim. Özellikle sakızlı dondurma pek başarılıydı.
Ckm'nin orada Marmaris Büfe'nin yanında.

27 Temmuz 2010 Salı

sabun,şampuan,deri kanseri

Yukarıdaki kelimeler aynı cümle içinde kullanılır mı diye düşündüm.
Aşağıdaki metni okuduktan sonra bakalım siz ne diyeceksiniz.

Not: Mine Hanım'ı ben pembe domates ağı'na girdiğim ilk yıl tanıdım.
Sadece işini yapmaya, onu da düzgün yapmaya çabalıyor biliyorum. Arazisinin ortasından geçen yol yüzünden kaybettiği bitkileri için içinin yanmasından belli.

Katılıyorum kendisine, bu mektup kesinlikle bir ödül!

Mine Hanım'ın sitesinden;

Dün beni çok duygulandıran bir mail aldım.Sevdiğim bir arkadaşımın kardeşinden geldi.
Ona bir kaç ay önce küçük bir hediye paketi göndermiştim ablasıyla.Bir operasyon geçirdiğini duymuştum.Sonra iyileşti,işine başladı dedi ablası.
Pazartesi günü bana bir mail göndermiş kendisi.
Onun izni ile mail'ini buraya kopyalıyorum.


Sevgili Mine,

Nisan ortalarında dizimdeki ben’e melanom teşhisi konulmasi, biyopsi, arkasından ameliyat, derken “gözün aydın erken teşhis sayesinda ucuz atlattın” müjdeleri bizi önce çok sarsmış, sonra da hem sevinçli, hem de kafamızda bir sürü soru işareti ile kalakalmıştık.

Doktorlar cilt kanserlerinin son yıllarda çok fazla arttığını ama kesin nedeninin bilinmediğini söylüyorlar, olası üç sebep olarak da son yıllarda artan kimyasal ürün kullanımı, güneşin zararlı ışınlarının artması ve vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasını gösteriyorlardı.

Ameliyat sonrası bacağımdaki atel ile yatarken ablam senin hediye olarak gonderdiğin zarif sabun ve şampuan paketini getirdi. O zamana kadar benim doğal ürünler konusunda pek de olumlu düşüncelerim yoktu. Daha önce piyasada “doğal” diye satilan birkaç ürünü deneyip bir sonuç alamayınca tüm bunların pazarlama stratejisi olduğuna karar vermiş ve marketlerde satılan kozmetik ürünlerini kullanmaya devam etmiştim.

Yarı hastalık korkusu, yarı ablamın inançlı ısrarları sonucu gönderdigin sabunu ve şampuanı kullanmaya başladım.

İnsanın cildinin şampuana alışması diye bir şey varmış herhalde ki, ilk kullandığımda cildimde hissettiğim şey eskiden market şampuanlarını ve sabunlarını kullanırken hissettiğimden çok farklıydı.

Şimdi o hissi şöyle tanımlayabilirim : Market şampuanları ile yıkandıktan sonra kendimi deterjanla yıkanmış bir bardak gibi gıcır gıcır hissediyordum. Cildim tüm yağlardan arınıyordu. Oh ne güzel temizlendim diyordum. Yalnız, normal olduğunu zannettiğim bir şey daha vardı ki o da cildimin aşırı kuruması, özellikle dirseklerime ve topuklarıma sürekli krem sürmeme rağmen bu kuruluğun düzelmemesi problemiydi.

Senin yaptığın şampuanı daha ilk kullandığımda farklılığı hisstetim. Cildim önceki gibi gıcır gıcır değildi. Eskiden kullandığım şampuanlara o kadar alışmıştım ki bunun iyi mi kötü mü olduğuna tam karar veremedim. Sonra hatırladım. Bu his eskiden annem bizi beyaz sabunla yıkarken hissettiğimle aynıydı.

Bir süre sonra artık vücuduma krem sürmeye gerek kalmadığını farkettim. Daha daha sonraları ise topuklarımın çatlak, nasırlaşmış kenarlarının yumuşadığını gördüm. Biraz reklamvari bir cümle olacak ama üç ay içinde gerçekten “Vücudum nem ve yağ dengesine kavuştu”.

Sana ve ablama teşekkür borçluyum. İyi ki beni bu ürünlerine alıştırdınız. Piyasadaki her “doğal” ürün doğal olmayabilir ama doğal olanı bulunca da vazgeçmemek gerek. Artık başka bir sabun veya şampuan kullanırsam tekrar hastalanacağım gibi geliyor.

Umarım bu mektubumu okuyanlar da vücutlarını kimyasallardan korumakta geç kalmazlar.
Teşekkürler Mine, iyi ki böyle bir işe girişmişsin

N. S.

İşte bu da benim ödülüm oldu.
Beni çok sevindirdi,sizinle de paylaştım..
Ben biraz sonra Tuzla'ya gidiyorum..
Sağlıcakla kalın..

16 Temmuz 2010 Cuma

akkuyu mu bir dipsiz kuyu mu?

Akkuyu'ya nükleer santral yapımı ile ilgili yazıyı Pembeli Dünyam tam metin olarak ve linki ile birlikte vermiş. Gazete haberini okumak için buradan tık.

Öfürdeyerek yazacak pek çok kelimem var, hatta bir kısmı benim oto sansürümden de geçmeyecek kuvvetle muhtemel. O yüzden bunlar yerine şu aralar okuduğum Asi Asi... isimli kitaptan şu satırları dökmek istiyorum.

....

Evin alt katında, ahırın bitişiğinde küçük bir mutfağı, yanında da koca bir bakır kazanın gömülü olduğu bir ocaktan ve bir kurnadan oluşan, tabanı gerçek mozaik kaplı küçük hamamı var. Eve kadar bir arktan gelen dağ suyu, mutfağın altından geçiyor, odanın tam ortasında açılmış dört köşe bir defter büyüklüğündeki delik, suyu kolayca alabilmek için kapı görevi görüyor. Ömer Azmi, ilk iş olarak o deliği kapatıyor. Özürlü bedeniyle bir şeyleri tutamayıp, elinden düşer diye korktuğu için. Bu kadar berrak dereciği kirletmeye nasıl kıysın?

Bu suyu ihtiyacı olan herkes alır, havuzunu, küpünü, kazanını doldurur; ama kimse içine bir kibrit çöpü, bir yaprak bile atmaz. (*) Suyun kirletilmeyeceği inancı dolaşıma izin veriyor. İnsana duyulan güvenin bin yıllardır saygıyla sürdürülen örfü böyle. Ömer Azmi bu örfü biliyor, uyacak. İnsanın insana en büyük saygısının kanıtı, bütün evleri dolaşan açık bir akarsu. Ömer Azmi, o karanlık günlerinde, tek buna dikkat ediyor. Sonbaharlarda yapraklar suyun üstünü örtüyor. Baharlarda yağmurlar bulandırıyor. İnsan kirinin bulaşmadığından emin olarak kullanılıyor su. Herkes, kendinden önceki evlerdeki komşulara güveniyor, kendinden sonra gideceği evler halkının da güvenlerini hak ettiğinden emin duruyor.
....

(*) kimsenin bir çöp dahi atmaya kıyamadığı açık bir su kaynağı ! öncekine duyulan güven, sonrakine gösterilen saygı.

Bu satırları ilk okuduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Aynı ilk kez Olympos'ta tapınağa doğru yürürken ensemde hissettiğim ürperti gibi.

Sanırım devlet adına karar verecek her nevi bürokrat, politikacı vs vs zatı muhreteme bir test yapmalı. Bu satırlardan etkilenmeyecek olanları ya da içten içten dalga geçenleri tespit edip bir dipsiz kuyuya atmalı. Belki o zaman kurtulur Akkuyu'lar. Kim bilir?

not : Asi... Asi ( Ayla Kutlu - bilgi yayınevi - birinci basım ocak 2010 - 540 sayfa )
denizin altında yeterinde zaman geçirdiğime kanaat getirdikten sonra sanırım ilk yapacağım iş bir antakya ziyareti olacak.

o yüzden sindire sindire okumaya çalışıyorum. gittiğimde bir de araba kiralamak şart, görülmesi gereken çok yer var - canlarına okunmadan evvel...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

sonunda çıktım karaya

Hayır geleli çok oldu da ben daha tam çıkamadım karaya. Bir kaç kez daha gitsem sanki ayaklarımda perdeler çıkacak korkmaktayım.

Pazartesi sabah 05:15'te döndüm evime ama aklım kaldı suyun altında. Sürüne sürüne ofise gelmek de cabası :)

Cumartesi ve Pazar günü ( 03-04.07.2010 ) eğitim dalışı için Çeşme Dalyan'dan açıldık çok güzel bir ekiple. Hem tekne ekibi, hem dalış ekibi iyiydi. Eminim her zaman böyle uyumu yakalamak kolay olmuyordur.

Deniz altındaki becerilerden önce çok korktum kabul ama sonra zorluk dereceleri arttıkça kendime gülmeye başladım. Maskesiz gözler açık 1 dakika solunum şeysini kameraya çekseydik benden iyi korku filmi malzemesi olurdu bahse girerim. Kimbilir nasıl pörtlettiysem gözlerimi burnumdan su girmeye başlayınca, birlikte daldığım arkadaşların elleri ayakları buz kesti :)

Bir konu var, onu da iletmeden geçmeyeyim. Dalış ekibi yani hocalar bu eğitim konusunda çok ciddi çalıştılar, haklarını teslim etmek gerek. Biz defalarca pes ettik, ama peşimizi bırakmadılar. Başarıncaya kadar uğraştılar bizimle.

Dalış ciddi konu, dalgaya gelmez mutlak. Ekip sağlam olunca inanın öğrenci de rahat. Kendini teslim ediyor hocaya.

Apo Hoca'nın gözleri gözümün önünden gitmiyor yahu. Ben aha boğuldum gidiyorum derken o bana sakin olup ağzımdan nefes almamı teskin etmeye çalışıyor. Ne zor iş, sonradan üzerinde düşününce daha da büyüyor gözümde işinin ehli oluşu. Saygılar bizden!

İpek kah platformda malzemeler için fır döndü kah her türlü soruya yanıt vermeye çalıştı. Sabrına hayran olduğumu belirteyim.

Demem o ki ben halen başka diyardayım. Arayı da çok açmayacağım. Bundan sonra sanırım sıra Bodrum'da. Gerçi siteden şu yazıları da okuyup alemlere dalıyorum ya bakalım kısmet. Ben de gider yazarım heyecan içinde belli mi olur?

1 Temmuz 2010 Perşembe

Hintli sevgili edinme sorunsalı

Bir kaç yıl önce izlediğim bir filmde Pakistanlı ve Hintli oyuncular halen gözümden gitmezken pat diye Zeynep'in sayfası çıkmaz mı yine karşıma? ( İçimi okuyor kesin, sadece iyi fotoğraf çekmiyor bu kız )
Dirsek teması izlemek lazım Zeynep'i. Ne de olsa o gidiyor Hindistan'a.
Değil mi ama?
:)