11 Mart 2010 Perşembe

ekşi sözlük-kutsal bilgi kaynağı

Olmayaydı bu kutsal bilgi kaynağı, ben nasıl bu kadar duygulanırdım. Bu kadar mı bereketlidir ülkem, adiye hırsıza arsıza rağmen bu kadar güzel insanlar da mı gelir yeryüzüne ?

Sabredin ve okuyun lütfen.

......

Şurada yazıyor, alıntıladım olduğu gibi aşağıya,


// yazar, derlemeci, radyo programcısı... ümit kaftancıoğlu (garip tatar), "yaşamın direnmek" olduğu kıtlık yıllarından 1935'de (yazarın bazı eserlerinde doğum tarihi 1934 yazmaktadır. bilgilerine başvurduğumuz aile bireyleri ise 1935 olduğunu söylemişlerdir.) ardahan'ın hanak ilçesine bağlı koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak "merhaba' demiş hayata.
kaftancıoğlu doğumuyla ilgili, "1934 yılı yazında yada güzünde doğduğumu söyler anam. doğumda yanında kimse bulunmadığı, ailede çok çocuk olduğu için doğumumuzun bilinmesi, önemsenmesi söz konusu olamaz" der. daha ilkokula başlamadan, okuma yazmayı öğrenerek, köyün mektupçusu ve köy odalarının kitap okuyucusu olmuştur.
1942'de aç açık ilkokula başlama hevesini şöyle ifade ediyor: "... ilkokula gidecek giyimim yoktur. diz boyu, adam boyu karı yalın ayak çiğnedim. üstelik karnım da açtı. yolda yorulup kaldığımda başkalarının yardımıyla adım attığımı çok iyi bilirim. üç ay sonra da okula gidecek gücüm kalmadığından bıraktım."
ertesi yıl yeniden gider ilkokula ve aralıksız devam ederek başarıyla bitirir. ama el kapısında bulur kendini, çobanlık yapar. 1940'lı yıllarda yoksul köy çocukları için kurulan köy enstitüleri'ni kurtuluş kapısı olarak görür. "ilkokulu bitirir bitirmez tek kapımız, kâbemiz köy enstitüsü'ne cılavuz'a (susuz/kars) başvurduk." ilçeden yaptıkları başvurular sonuçsuz kalınca içinde bir isyan başlar garip'in. "çayırlar biçildi, tarla biçildi, harmanlar dönüyor, el kadar kağıttan haber yok... garip artık bir dahaki yazı düşünüyor: "kim bilir kimin kapısında olurum, artık gani ağa'nın kapısı kilise kapısı olsun" diyor içinden. "bütün yelatan'ı taşıdık, gene de bitmedi bunların işi... en iyisi kartal kayası'ndan atayım kendimi de kurtulayım. o ki kazanamadım, ne yaşayacağım?!.""
ne kadar da karamsar olsa yüreğinde umut filizlenir kırlarda. karlı bir havada cılavuz köy enstitüsü'ne gitmek için üç arkadaşıyla beraber yalın ayak, yalın yürek yola çıkarlar. iki gün boyunca yaya gittikleri bu yolculuk onun gözünde "ölüm yolculuğu"dur. zorluklarla kaydolduğu enstitü onun için yeni bir yaşam yeni bir pencere olur. "köy enstitüsü gerçekten bir cennetti, sıcak bir yuvaydı, yaşamdı. insan olduğumuzu orada anladık."
kaftancıoğlu cılavuz köy enstitüsü'nü başarıyla bitirir ve mardin'in derik ilçesine öğretmen olarak atanır. güneyi tanıma fırsatı, derik'te öğretmen olarak unutulmanın acısını azda olsa unutturur ona. mardin'de kaldığı üç yılda ağalık düzenini, halkın sefaletini ve kurşun seslerini daha da yakın hisseder yüreğinde.
yıl 1961, kaftancıoğlu balıkesir necati eğitim enstitüsü'nün edebiyat bölümünü bitirerek rize'nin pazar ilçesi ortaokulunda türkçe öğretmenliğine başlar. fakat uzun sürmez. öğretmenlikten ayrılarak yedek subay olarak askere gider.
askerlik dönüşü hayatında yeni bir sayfa açılır. trt'nin açtığı sınavı kazanarak köy yayınları bölümünde göreve başlar. trt istanbul radyosu'nda "av bizim avlak bizim" ve "dilden dile" gibi programlarla halk kültürünü, halk aşıklarını, halkın eksiğini ve sıkıntılarını mikrofona taşır. "gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır." der. bu gözlemlerini doğrularcasına, anadolu'yu gezerek derlemelerle halkın sözlü edebiyatını ve halk türkülerini yazıya döker. günümüzde bile sevilerek dinlenen "evreşe yolları dar" ve "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküleri kaftancıoğlu'nun derlemeleri arasındadır.
radyo programcılığının yanı sıra çeşitli gazete ve dergilerde politik ve sanatsal yazılar yazar (cumhuriyet, milliyet, yeni ortam, yeni halkçı, varlık, türk dili, güney, ilgaz, yeni ufuklar ve aydınlık). onun gözünde politika da sanat da halk ve cumhuriyet için yapılmalıdır: "benim köyüme, benim ulusuma yararı, yardımı dokunmayan bir yazı, bir sanat sıfırdır."
yedi yıl fiilen yürüttüğü köy yayınları bölümünden alınarak kültür yayınları bölümüne verilir. yeteneğine, bilgisine ve başarısına güvenen kaftancıoğlu bu görev değişikliğine içerler. tepkisini şu sözlerle dile getirir: "... gerek 12 mart muhtırasının etkisiyle, gerek nihat erim adındaki başbakanın açık baskısıyla, bir takım soysuzların da gizli açık-kapalı ihbarıyla bu servisten alınarak istanbul radyosu kültür yayınları'nda görevlendirildim."
azmini ve başarısını kültür yayınlarında da sürdürür kaftancıoğlu. bir gün istanbul radyosunun kapısında genç bir delikanlıyla karşılaşır. bu delikanlı uğur dündar'dan başkası değildir. bu karşılaşmayı uğur dündar hürriyet (5 temmuz 1998) gazetesindeki köşesinde şöyle yazmaktadır: "...nitekim 1970 yılında trt büyük bir sınav açtı. binlerce adayın katıldığı sınavda çok başarılı bir kağıt vermiş olmama karşın, torpillilerin öne geçmesinden korkuyordum. uykularımı kaçıran sınavın sonuçları bir ilk yaz günü açıklandı. kazananların listesi istanbul radyosu'nun girişine asılmıştı. koşarak girdiğim radyoevinin kapısında, önümü heybetli bir kişi kesti. ona, sınav sonuçlarını öğrenmek için geldiğimi ve adımı soyadımı söyledim. sonradan ümit kaftancıoğlu olduğunu öğrendiğim heybetli radyocu; "bak uğur dündar, beni iyi dinle" dedi. "sınavı kazandın. gelecekte çok ünlü ve başarılı bir kişi olacaksın. doğruluktan ayrılma, kimseyi kıskanma, işini sev ve halkını satma. haydi bakalım yolun açık olsun!" kaftancıoğlu adeta bir kâhin gibi konuşmuştu. koşarak geldiğim radyoevinden uçarak ayrıldım."
uğur dündar'a verdiği nasihat onun kişiliğidir. onun yüreğinde halk ve insan sevgisinden daha üstün bir sevgi yoktur. eserleri incelendiğinde, anadolu'dan ve halkından kopmadığı görülür. dili halkın dilidir, yaşamı halkın yaşamıdır. onun gözünde insansız bir ortamda yaşam yoktur, sönüktür. "dünya'nın atmosferi, kabuğu, mağması, ekvatoru insan bana göre. insan yığınları, toplum, topluluk... insansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim, üç beş kişiyle sinema seyredemedim. üst üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir münibüs bana yaşamı vurgulamıştır."
bahar mevsiminin filizlendiği günlerden 11 nisan 1980. her gün olduğu gibi o günde önce kızı pınar'ı okula bırakacak sonra trt'ye gidecektir. arabasına yönelir, kızı pınar 7-8 metre uzağındadır. arabasının camını silmeye başladığı sırada, katillerinin "sen ümit kaftancıoğlu'musun?" sorusuyla karşılaşır. "evet benim" kelimeleri namluların kendisine doğrulması için yeterli olmuştur. ve namlulardan 16 kurşun sayılır kaftancıoğlu'nun bedenine. korkudan titreyen pınar annesine koşar. bir anda ortalık sessizliğe bürünür. korkudan herkes kaybolur. uzun bir sessizlikten sonra koşuşturma başlar sokakta. ambulansta defalarca kızı pınar'ı sayıklar. olay anında babasıyla katiller arasında geçen konuşmaları çok net duyan pınar, daha sonra katillerden birini de teşhis etmekte zorlanmaz.
kaftancıoğlu, geride gözü yaşlı bir eş (nurcan hanım), ali naki ve pınar adında iki yürek ve bir de kültür hazinesi bırakarak kapar gözlerini yaşama.
ertesi gün 12 nisan'da, radyodan daha önce kaydedilmiş sesi yankılanır: "şunca yaşamın içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzülürüm. ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konser dinlesinler. ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz... o insana şaşarım, binbir meyve yüklü bir ağacın altında yere düşmüş sararmış bir yaprağa üzülsün."
peki ümit kaftancıoğlu'nun katillerinin sonu ne oldu? bu sorunun cevabını sayın inci hekimoğlu, vatan yahut susurluk kitabında çok açık bir şekilde dile getiriyor: "12 eylül askeri darbesinden sonra kaftancıoğlu'nun katillerinden a. m. k. ve b. ç. yakalandı. a. m. k. polis ifadesinde 'ügd üyesi olduğunu, eylem emrini istanbul ügd başkanı h. k.'ten aldıklarını ve i. ç. ile y. t.'nin de kendisiyle birlikte eyleme katıldığını" söylüyordu. olayda kullanılan silahlar da gömüldükleri yerden çıkarılmış ve kaftancıoğlu'yu öldüren kurşunların ait olduğu silah bulunmuştu. pınar kaftancıoğlu ise, sanığı teşhis etmekte hiç zorlanmamıştı. olaydan 6 yıl sonra görülen davada askeri mahkeme 'b. ç.'nin delil yetersizliğinden beraatına, m. k.'nın ise taammüden adam öldürmek suçundan idamına' karar verdi. ancak, askeri yargıtay sanığın 'asli fail değil, feri fail' olduğu gerekçesiyle kararı bozdu. bozmaya uyan mahkeme m. k.'nın 'cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekküle girdiğini' sabit görse de, bu suçtan açılan davanın zaman aşımı nedeniyle düşmesine; ümit kaftancıoğlu'nun öldürülmesine yardım etmekten 8 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. m. k. bu cezaya göre 4 yıl yattı. diğer sanıkların ise mahkemeye göre kimlikleri tespit edilemedi."

kaftancıoğlu'nun ilk öyküsü "bir bahs" 1954 yılında varlık'ta yayımlanır. 1970'lerden sonra edebiyat alanında dikkat çekmeye başlar. 1972'de yayımlanan "dönemeç" adlı öykü kitabı trt büyük ödülünü alır. bu ödül kaftancıoğlu'nun edebiyat alanında tanınmasına yol açar. dönemeç onun için bir başlangıçtır ve olumlu bir etki bırakır. adnan binyazar "dönemeç" için: "dönemeç serüvenli bir yolculuk. yalın ve süssüz bir anlatım. kavimler göçünde olduğu gibi kıtlıktan, yoksulluklardan kurtulmak için adanmış topraklara yapılan göçün çağdaş uzantısı... işıksızlıktan, aydınlığa geçiştir. karanlığın ışığı arayışı, aydınlığa özlemdir." yorumunu yapar. yine aynı yıl yayımlanan hakullah adlı röportajı milliyet gazetesi ali naci karacan ödülünü kazanır. her yayımlanan eseriyle edebiyat dünyasındaki yerini daha da sağlamlaştırır.
doğan hızlan ve fakir baykurt'a değin, yirmi bir yazar, eserleri hakkında otuza yakın makale ve olumlu eleştiriler yazar ve bir o kadar da söyleşiler yayımlanır. bu yazılardan birinde fakir baykurt, kaftancıoğlu' nu şöyle anlatmaktadır. "... kaftancıoğlu'nun dikkati çeken başlıca özelliklerinden biri, dilindeki zenginliktir. doğu anadolu, bütün başka yoksunlukların tersine, bir kültür ve dil hazinesidir. orada kat kat uygarlıklar, her uygarlığın zamanımıza kadar birikip gelen katılımları bir dil coşkunluğu, bugün doğu halkında renkli, sanatlı bir anlatımı adeta gelenek haline getirmiştir. her türlü dil ve anlatım sanatını kendi kişiliğinde toplamış pekçok insan, her biri birer bilge gibi köylerin tozu toprağı içinde ömür sürmektedir. ümit kaftancıoğlu, bu kültürü çok iyi özümsemiş, kendine mâletmiş, üstelik gördüğü eğitim ve kendini yetiştirme çabasıyla aydınlanmış umut verici bir yazarımızdır."
okumanın, karanlığa tükürerek zamanı altın yıldızlarla süslemek olduğuna inanan kaftancıoğlu, yaşamını zamana karşı örerken iki bine yakın kitap okuduğu ailesi tarafından söylenmektedir. //

(mehmet bayrak, köy enstitülü yazar ve ozanlar)

yapıtları:

dönemeç (öykü, 1972)
hakullah (röportaj, 1972)
yelatan (roman, 1972)
tek atlı tekin olmaz (halk masalları, 1973)
tüfekliler (roman, 1974)
köroğlu kolları (halk destanları, 1974)
köroğlu (halk destanları)
altın ekin (roman)
istanbul allak bullak (öykü)
çarpana (öykü)
salih bey (öykü)
kekeme tavşan (çocuk kitabı-öykü, 1976)
kan kardeşim dorutay (çocuk kitabı-öykü 1978)
şülgür deresi (çocuk kitabı-roman)
çoban geçmez (çocuk kitabı-öykü)
hınzır paşa (çocuk kitabı-öykü)
çizmelerim keçeden (çocuk kitabı-öykü)
dört boynuzlu koç (çocuk kitabı-öykü)
(evin, 13.05.2006 00:59 ~ 12.05.2007 12:11)

6 yorum:

  1. özellikle doğu karadeniz'de çok sık rastlanır aydın insanlara. şöyle gürcistan'a doğru kıyı kıyı gittikçe, bir ulusun yoktan var etme mucizelerine tanık olursun.
    köy enstitülerini kapatanlar, dahası onun yerine imam hatipleri açanlar yaş haddinden yargılanmayacaklar belki ama sadece bu dünyada...
    aydınlanma ve bilime olan nefretten nefret ediyorum. ve sen çok iyi biliyorsun diğer nefret ettiklerimi.
    bu yüzden küfür ediyorum bütün gün.
    bu yüzden öfkem hiç dinmiyo...
    1930'ların hiç görmediğim ama hissettiğim aydın türkiye'sine dönelim istiyorum. şöyle şıkır şıkır giyinelim çıkalım beyoğlu'na...
    ah şekerim aaaah...

    YanıtlaSil
  2. Nalan,
    Konuyla ilgili olmayacak ama enginar için sos bilgisini yazının sonuna ekledim haberin ola.

    YanıtlaSil
  3. sağol tijen,
    artık bu hafta sonu bakalım :)

    YanıtlaSil
  4. meleğim,
    okurken sonra buraya alıntılayıp gönderirken o kadar çok bıdı bıdı ben de saydırdım ki. ama herkese herşeye inat böyle güçlü namzetler de çıkıyor ya onadır inancım.
    sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. beni de cok duygulandirdi, bogazima geldi, dugum oldu takildi...
    -
    guzel evlatlar da cikariyor bu vatan, o evlatlari yiyenleri de cikaran bu vatan...

    YanıtlaSil
  6. yaban,
    leş kargaları üstelik ellerini de sürmüyorlar. ortalık tetikçi manyaktan da geçilmiyor. her daim hazır kıta bunlar.
    bak gene sinirlendim, elim ayağıma dolanıyo böyle olunca. dönenip dönenip bir şey yapamamak acıtıcı çok.

    YanıtlaSil